‘BAĞIMSIZ YARGI’ DİYENİN ‘CESUR YÜREK’ OLDUĞU ÜLKE
CUMHURBAŞKANI diyor ki:
“Yargı bağımsızdır.”
Herkeste bir heyecan...
“Çok cesur bir açıklama... Cumhurbaşkanı, hükümete resmen laf çaktı” deniliyor.
*
Cumhurbaşkanı diyor ki:
“Hukuki sorunların çözüm yeri kuşkusuz bağımsız yargıdır.”
*
Ortalık sarsılıyor.
“Yoksa... Yoksa... Cumhurbaşkanı taraf mı oluyor?” diye analizler patlatılıyor.
*
Cumhurbaşkanı diyor ki:
“Bağımsız yargı olgusunu zedeleyecek tavırlardan kaçınmalıyız.”
*
Türkiye sarsılıyor.
“Of of... Cumhurbaşkanı, resmen hükümete ayar veriyor yahu...” şeklinde değerlendirmeler alıp başını gidiyor.
*
Türkiye’nin ne hale geldiğini görüyor musunuz?
Yeryüzünün en klişe cümlelerinden biri olan
“Yargı bağımsızdır” cümlesi, hükümete bayrak açmanın ilk işareti haline gelmiş durumda. Daha düne kadar klişenin de klişesi sayılabilecek olan
“Hukuki sorunların çözüm yeri bağımsız yargıdır” cümlesi, iktidara laf çakmanın sembolü haline gelmiş durumda. “Klişe bir temenni cümlesi” denilip geçilmesi gereken
“Bağımsız yargı olgusunu zedelemeyelim” temennisi, hükümete ayar verme cümlesi haline gelmiş durumda.
*
Size bir şey söyleyeyim mi?
Cumhurbaşkanı kurduğu cümlelerin arasına,
“Savcılarımızı yıpratmamalıyız” ya da
“Yolsuzlukların üstüne gitmeliyiz” şeklinde yine “klişenin kralı” sayılabilecek türden iki cümle daha serpiştirmeye kalksa...
Hükümet saflarında savaşan cengâverler anında
“Çankaya’nın sakini/Milli irade düşmanı” diye slogan atmaya başlarlar.
*
Yıl olmuş 2014...
Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın
“Yargı bağımsızdır” demesi bile...
Basbayağı
“cesur bir çıkış” olarak algılanıyor.
Başımıza bundan daha büyük nasıl bir felaket gelebilir ki?
‘GERÇEK İSLAM BU DEĞİL’DEN ‘GERÇEK NURCULUK BU DEĞİL’E
İSLAMİ hareketin yükseldiği dönemlerde...
İslami hareketin önünü kesmek için ekranlara bazı ilahiyatçılar sürülürdü.
Medya önünde olmayı seven, karikatürize tiplerdi bunlar.
Çıkarlardı ekranlara...
Ve
“Gerçek İslam bunların İslam’ı değildir” derler, ardından da
“gerçek İslam”ın ne olduğunu anlatırlardı.
*
Şimdi aynı yöntemi bizim hükümet cephesi deniyor.
*
Fethullah Gülen Hareketi'ni yıpratmak ve mahkûm etmek için...
Nurculuk hareketinin içinden gelen bazı simaları bir araya getirip...
“Gerçek Nurculuk bu değil” çıkışı yaptırıyorlar.
Tam sayfa ilanlar, demeçler falan...
*
“Gerçek İslam bu değil” çıkışı zerre kadar etkili olamamıştı.
“Gerçek Nurculuk bu değil” çıkışı etkili olur mu dersiniz?
YENİ ADALET BAKANI'NA SEKİZ DELİ SORU
BİR: Yapılamayan ikinci yolsuzluk operasyonunda 7 kişinin mal varlığının dondurulması için alınan mahkeme kararı uygulanacak mı, uygulanmayacak mı?
*
İKİ: Mahkeme kararının keyfi olarak uygulanmadığı bir ülkeye “hukuk devleti” demeye devam edecek miyiz, etmeyecek miyiz?
*
ÜÇ: Bugünkü HSYK’nın ortaya çıkması için yapılan 12 Eylül referandumunun ardından Başbakan’ın “Okyanus ötesi”ne ettiği teşekkür geçerliliğini koruyor mu, korumuyor mu?
*
DÖRT: Eski Adalet bakanlarından Mehmet Ali Şahin’in ortaya attığı “Yargıtay İmamı” iddiasının üzerine gidecek misiniz, gitmeyecek misiniz?
*
BEŞ: “Savcı şöyle... Polis böyle...” diyorsunuz... Peki mahkemenin bakan oğulları ile genel müdür hakkında verdiği tutuklama kararı için ne diyorsunuz? Mahkeme de mi “derin çete”? Cevap verir misiniz, vermez misiniz?
*
ALTI: Silivri Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlüler, yakınlarıyla ayda bir kere açık görüş yapabilirken hayırsever işadamı Reza Bey’in, yakınlarıyla neredeyse tutuklu değilmiş gibi açık görüş yapabilmesi hakkaniyete uygun mudur, değil midir?
*
YEDİ: Başbakan’a “ayakkabı kutusu” göstermek suç mu, değil mi? Adalet Bakanı olarak ne diyorsunuz bu işe?
*
SEKİZ: Yapılan bunca tartışmanın, bunca açıklamanın ardından biz vatandaşlara söyler misiniz: Biz bu yargıya güvenecek miyiz, güvenmeyecek miyiz?
AHA! İRAN DA KOMPLOCU OLDU
REZA Zarrab tutuklandığında...
“Bu işin arkasında Amerika var... Türkiye’nin İran’a yardımcı olmasından rahatsız olan Amerika düğmeye bastı... Hedef: İran...” diyorlardı.
Fakat ne oldu?
Şu oldu:
Reza Zarrab’ın İran ayağını temsil eden Babek Zencani denilen adamı da İran tutuklayıp hapse attı...
*
Kısacası...
Ballandırılarak anlatılan bir büyük komplo, üzerinden bir hafta bile geçmeden çöküverdi.
*
Olup bitenleri...
“Amerika, İngiltere ve İsrail’in merkezde, Fransa ve Almanya’nın kenarda, Vatikan’ın da ucunda olduğu bir komplo” diye izah eden Abdurrahman Dilipak’a sesleniyorum:
Ne dersin abi?
İran’ı da katalım mı bu işe?
MUZ GİBİ CUMHURİYET
“KOZA Altın” adlı firma, Türkiye’de altın arama madenlerine sahip.
Aynı zamanda...
Kanaltürk, Bugün TV ve Bugün gazetesinin de sahibi...
Bu zamana kadar hep hükümeti destekledi “Koza Altın”ın yayın organları.
Desteklerden altın madenlerinin çevreye verdiği zarar konusu hükümetin dikkatini bile çekmedi.
Ama ne zaman ki “Koza Altın”ın yayın organları muhalefete geçti, hükümet “Koza Altın”ın madenlerinden birinin faaliyetlerine derhal son verdi.
*
Desteklerken fütursuzca ver ruhsatı...
Kösteklerken fütursuzca al ruhsatı...
Muz cumhuriyetini bu tarif etmezse ne tarif eder?
AHMET HAKAN
BUGÜN NEDEN KORKAYIM?
Ben yanlış biliyormuşum. Empatiyi sempatiyle karıştırıyormuşum.
Empati,
kendini bir başkasının yerine koyarak, onun hissettiklerini hissedebilmek demek.
Son zamanlarda Türkiye’nin eksikliğini en çok hissettiği şey bu zaten.
Yani Türkiye bir insan olsa ve kan tahliline gitse, kanında en büyük eksiklik ‘empati’ çıkabilir.
Empati eksikliği çekmemizin en büyük sebebi, kendimizi ‘kolay incinir, yaralanabilir’ olmaktan korumamızmış.
Ben de bütün bunları, empatiyle sempatinin farkını, ‘kendini savunmasız kılabilme’ araştırmacısı
Dr. Brene Brown'dan öğrendim.
Aslında her şey, kendimi savunmasız kılma yeteneğimin olmadığını fark etmemle başladı.
Diyeceksiniz ki, manyak mısın kendini niye savunmasız kılma ihtiyacı içindesin?
Çünkü kalbi kırılmalara dökülmelere açmaz, kalkanını her sabah takarsan neredeyse bütün duyguları ıskalıyorsun.
Birini sevmek, o kişiye karşı savunmasızlıkla başlıyor.
İşin acayibi, ait olmak, neşe, cesaret, empati, sorumluluk ve kendine özgü olmak da savunmasızlıkla başlıyor.
Peki neden o zaman, insan ordularına bu kadar yatırım yapıyor? Kalkanlarını her gün cilalıyor, kalbine göğsüne kalkanını takıyor?
Bunun sebebi de
‘yetersizlik kültürü’.
Kendini aslında yetersiz gördüğün için kalkanı takıyorsun.
Hepimizin kendimize her gün sorduğu en tehlikeli iki soru şuymuş:
“Bugün neden korkayım?” ve
“Kimi suçlayayım?”
Bu iki soru bizi mahvediyor, kolumuzu kanadımızı buduyor.
Kimselere sarılamıyoruz, uçup bilmediğimiz yerlere gidemiyoruz.
E zaten bu ikisini yapamıyorsak, hiç yaşamayalım daha iyi.
Dr. Brene Brown’un yıllar süren araştırmasında, binlerce insanla konuşarak vardığı da bu:
Kalbinin kırılmasına izin verdiğin sürece sevebilir, sevilebilirsin. Nokta.
Beni az çok tanıyorsunuz artık. Çok ortalarda olmayan, işini iyi yapmaya çalışan, neşeli, müzikle uğraşan biriyim.
Mahremime düşkünüm. Yolda yürürken bile fotoğrafım çekilse tedirgin oluyorum.
Niye tedirgin oluyorum acaba diye de 10 yıldır düşünüyordum... E, biraz terbiye oldum tabii.
Spot istiyorsan, spotu çat diye yaktıklarında da görünenlerden rahatsız olma! Hatta kendin kendi yara berelerine de spot tut.
Ama yok. Ona hayır diyorum hemen.
Şarkılarla zaten önlerinde mahvoluyorum, günlük hayatta kuyruk dik dursun diyorum.
Dr. Brene’nin kitabının karşıma çıkması tamamen tesadüf oldu. Ama bütün tesadüfler gibi, o da tam zamanındaydı.
Bir arkadaşımla, kendini olduğu gibi ortaya koymaktan çekinmeyen sansürsüz insanların cesaretini ve yenilmez güçlerini konuşuyorduk.
Türkiye’de örneği az,
burası kuyruğu dik tutma ülkesi, ama yok değil.
İşte seyrek de olsa, birinin açık kalp ameliyatı gibi, kendini ortaya cam kırığı gibi saçtığını görünce büyüleniyordum ben.
Burada büyük bir güç olduğundan, daha doğrusu asıl gücün kalkansız olmak olduğundan şüphelenir olmuştum.
Şimdi eminim.
Güç, kendini gerektiğinde güçsüz kılabilmekte.
Sadece güç değil, bütün duygular orada. Orada bir köy yok uzakta.
O köy bizim savunmasızlığımızda...
Bak nerelere gittik, empatiyle sempatinin farkına gelemedik bile, onu da haftaya yazayım.
NİL KARAİBRAHİMGİL
Previous article:
BENİM YILBAŞIM (11 years ago)
Next article:
Ütopyam Kaymak!.. (11 years ago)