ÜTOPYAM KAYMAK!..
Neden Düştük Biz Bu Hale |Müzeyyen SENAR
. . .
Memet Baydur’u tanıyanınız, hatırlayanınız var mı bilemiyorum. Genç yaşta yitirdiğimiz zehir zekâ bir oyun ve köşe yazarı abimizdir. Güzel Memet abimizin iğne oyası köşe yazılarından derlenmiş
‘Ucello’nun Kuşları’ kitabı da duruyor masada. 51 yaşında, onu kaybetmemizden dört yıl önce, 28 Aralık 1997’de kaleme aldığı
‘Hafif, hızlı bir ütopya denemesi’ başlıklı enfes yazıyı açıyorum. Memet abi ütopya kavramından bahsederek başlıyor yazıya, tarihteki ünlü ütopyalardan bahsediyor. Sonra, ‘kendi halinde bir oyun yazarı olarak’ kurduğu
‘günlük bile değil, saatlik bir ütopya’sını anlatıyor.
* * *
MEMET ABİ’NİN ÜTOPYASI
Dünyanın kim bilir neresinde, tanımadığımız bir
başbakanın yeni yıl konuşması bu! Şöyle bir şey:
“Kozhelvalarındaki lezzetin eski kozhelvalarıyla ilgisi kalmamışsa; boş arsalarda çocuklar bütün gün tek kale maç yapıp akşamüstleri ateş yakmıyorlarsa; demiryolları, trenler, istasyonlar benzinle beslenen yamyamların saygısız bilinçsizliğine esir düşmüşse; iktidar, yaz mevsiminde erik ağaçları, akasyaları ve pisiotlarını anımsamayan ve önemsemeyen bir oy potansiyeliyle iktidara yapışmak zorunda kalıyorsa; artık bu ülkenin başbakanı olmak istemiyorum.
Bağımsız olmamız gerekiyor. Gerçekten bağımsız olmak istiyorsak sahte,
kof zenginlikler peşinde koşmayı bırakıp
yoksulluğun onurunu taşımayı öğrenmeli ve ulusça dayanışma içinde olmalıyız; tüketim tutkusu ve bencillikle mustarip, saygısızlıkla zedelenmiş, kişiliğinden ve geçmişinden kuşkulu bir kalabalığın birbiriyle ilintisiz bireyleri olmaktan çıkmanın tek yolu, insanların birbirlerini dinlemeye, duymaya başlamasıdır.
Memleket; kırk mumluk aydınlarıyla; çıkarından başka bir şey düşünmeyen idarecileriyle; para hırsıyla gözü dönmüş, kötülüğe esir düşmüş, geçmişle ve gelecekle ilişiğini koparmış kadrolarıyla; yıllardır her fırsatta bir araya gelmesi engellenmiş işçi, köylü, memur insanlarıyla ulus olarak bir çıkmaza sürüklenmiştir. Bu
kepazelikte toplumu yönetmek hevesinde olan her partinin az ya da çok dahli vardır.
Dünyayı küçültmek isteyenler, insanları, emekçileri, aydınları küçük görenler var; herkesi bir tek düşünce, bir tek ideoloji çevresinde toplayıp yönetmek isteyenler var. Bu
tuzağa düşmek zorunda değiliz. Yirmi yıldır bu ülkenin sorunlarıyla uğraşıyorum; yeryüzünde hiçbir ülke yirmi, otuz, kırk yıl süren bir siyasi liderliğe muhtaç olmamalıdır. Bugün bu görevi kendi isteğimle bırakıyorum. En önemli kavramın bağımsızlık olduğunu anlatabildiysem ne mutlu bana!
Bağımsızlığı koruyun! Sizlere gönül ferahlığıyla veda ediyorum.”
Bunları söylüyor Baydur’un ütopyasındaki ütopik başbakan ve konuşması biter bitmez; kargatulumba bir siyah arabaya bindirilip, nerede olduğu bilinmeyen bir karakola götürülüyor. “Ne kadar naif ne kadar çocuksu düşünceler değil mi?” diyor Baydur kendi küçük ütopyası için. Ve bitiriyor:
“Bir de şöyle düşünün: ya olursa?”. . .
AHMET MÜMTAZ TAYLAN
NOT: Ahmet Mümtaz TAYLAN'ın 04 Ocak 2014 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan "Ütopyam Kaymak" köşe yazısının kısaltılmış halidir. Tam metin için tıklayınız .
ÜLKE LEŞ GİBİ KOKARKEN...
Acaba ülkedeki koku, adalet, ahlak ve eşitliğin cesetlerinden mi geliyor? Peki ya biz? Çalışan, vergisini veren, gazetesini okuyan, gelecek planlamaya çalışan milyonlarca tarafsız sazan? Biz ne yapalım?
Gezi döneminde bu naçizane yazarın işi daha kolaydı. Siyaseti konu edip hiciv yazmak, manzarayı kendi açınızdan net görüyorsanız keyifli iş zira. Benim tarafımdan bakıldığında o aralar ülkedeki vaziyet kitap gibi açıktı: Ekonomik alan başta, başarıları olan bir iktidar, zaman içinde otoriterleşmiş, “Hayat tarzları ve özgürlükler tehdit altında” duygusu özellikle genç ve laik kesimde yükselmiş, insanlar bir noktada patlayıp sokağa çıkmıştı. Bu resme bakıp iktidarın tepkisini, o demokratik protestonun nedenini anlatmak, seviyeli, zarif bir muhalefet yaparak durumları hicvetmek, dilimin döndüğü kadarıyla mümkündü.
* * *
Şu an, ülke öyle bir karıştı ki, kendimi örgü örerek çok karışık bir casus dizisi izleyen mahalle teyzesi gibi hissediyorum! Önüme gelene soruyorum “Ay tam n’oluyor şimdi, bu kimdi, ben anlamadım be yavrum?” tonunda! Ne dönüyor, kim iyi kim kötü, çözmek için son bölümü beklemem lazım gibi, garip bir hissiyat.
* * *
Meğer ‘yaşam tarzlarımız’ filan diye şikâyet etmek neredeyse saflıkmış. Meğer evimiz, biz farkında olmadan cayır cayır yanarken, aile yadigârı vazolarımız niye kırılıyor diye üzülüyormuşuz! Meğer ne haltlar dönüyormuş kardeşim burada! Önce dedim ki, fotoğrafını net çekemediğin bir olayla ilgili yazı yazma! Yılbaşı klişeleri geyiği yap, şehirden, hayattan filan bahset, olmadı delir, ev hanımına bağla, yemek tarifi ver! Ama bu konuya bulaşma!
* * *
BENİM NEYİM EKSİK?
Fakat bulaşmadan da olmuyor! Şu an Türkiye’nin yüzde 90’ı muhtemelen benim gibi ağzı açık televizyon izleyip, haberlerin reytingini patlatıp, olan bitenle ilgili kendi teorilerini üretiyorsa, benim neyim eksik?
* * *
Sade vatandaş olarak, basında çıkan bilgi ve iddialardan anladığım kadarıyla, birkaç senaryo var:
Vahim senaryo 1: İktidar deliler gibi yolsuzluk yapmış, kahraman adalet ve polis yakalamış. İktidar yalan söylüyor.
Vahim senaryo 2: Kahraman iktidar deliler gibi başarılı olmuş, dış mihraklar ise adaletle polisi ele geçiren ülke içi yapılanmalarla el ele vermiş, iktidara yalan ve pis bir komplo kurmuş.
En öz hakiki vahim senaryo: İktidar deliler gibi yolsuzluk yapmış, adalet ve polisi deliler gibi ele geçiren bazı yapılanmalar, iktidarın yaptıkları işlerine gelmeyince, biriktirdikleri bazısı yalan bazısı doğru bilgilerle pis bir komplo kurmuş.
Bu üç senaryoda da biz milyonlarca sade vatandaş, bu yalan dolan ve pislikten, delirmek üzereyiz! İnanın durum o kadar vahim, hava o kadar dumanlı ki, bugün muhalefet yapasım değil, sadece ülke için dua edesim var! Dördüncü senaryoyu yazmak istiyorum. Bu son günlerde içinde yaşadığımız kâbus gibi ‘Yalan Dünya’nın, aşağıdaki senaryosu, aşırı derecede iyi niyetli:
Salaklık sınırında iyimser senaryo: İktidarın içinde bir-iki çürük elma, her dönemde yapılanlar gibi birkaç yolsuzluk yapmış. Aslında çok iyi niyetli ve barışçıl bir sivil toplum hareketinin, adalet ve polisin içine sızmış birkaç kötü yürekli elemanıysa, olayı abartarak, iktidarı yıpratmaya çalışıyor. Yakında her iki taraf da çürük elmaları ayıklayacak, ve hatta bu vesileyle iktidar kendini yenileyip, özgürlük alanlarını genişletecek, gençler de artık parklarda sadece botanik araştırmaları için sabahlayacak!
* * *
İnanın, ülkede gelecekte neler olacağından o kadar korkuyorum ki, dördüncü senaryonun gerçekleşmesini gönülden dilerim. Evet, onu ben değil Polyanna yazmış gibi ama şu an tek dileğim: Allah iyi yazılar yazsın! Zira ülkenin tutacak tarafı kalmadı, leş gibi kokuyor!
* * *
Gezi’de muhalefet kolaydı, gelecekle ilgili bir ümit vardı çünkü: İktidarın bundan ders alıp, yumuşayıp, esnekleşip, daha çok dinleyerek, demokrasi sınırlarını genişletmesi. Şu anda gelecekle ilgili ümidimiz ne?
* * *
Bir taraf, “Onlar komplocu, paralel devlet yapılanması, her yeri ele geçirmişler, yalan onlarda şantaj onlarda” diyor. Diğer taraf, “Bunlar yalancı, hırsız, güçleri sınırsız, işlerine gelmeyen herkesi etkisiz hale getiriyorlar” diyor. Beddualar havada uçuşuyor. Yarın bu tuhaf savaş bitse, ne hissedeceğiz? Bir daha ben güvenebilecek miyim verdiğim verginin yola, köprüye, okula gideceğine? Bir daha sade müteahhit güvenebilecek mi eşit rekabete? Allah korusun başımıza bir şey gelse, polisin tarafsızca, bizlerin, yani sadece vatandaşın polisi olduğuna inanabilecek miyiz? Ve en kötüsü: Adalete işimiz düştüğünde “Burası hukuk devleti gülüm, savcı var, hâkim var, haklıysam kazanırım, masumsam ceza almam” diyebilecek miyiz iç rahatlığıyla? “Kanun var nizam var” diye rahat uyuyabilecek miyiz? Adalet, ahlak, eşitlik öldüyse ve biz ‘kimsenin adamı değilsek’, başımıza neler gelecek?
* * *
Acaba ülkedeki koku, adalet, ahlak ve eşitliğin cesetlerinden mi geliyor? Durun bakalım.. Belki benim
‘Salaklık sınırında iyimser’ senaryo doğru çıkar, iklim değişir, Akdeniz olur. Gülümse...
GÜLSE BİRSEL
Previous article:
CESUR YÜREK (11 years ago)
Next article:
Her Düşündüğüne İnanma! (11 years ago)