Esim - [TR] Ulusal Gazete Manşetleri
Login:
Password:

Forgot password Register

Article


15
   
Report







Merhaba,

İki hafta önce, bugünkü Avrupa Birliği'nin yasal temelini oluşturan, kuruluş anlaşması olarak kabul edilen Roma Anlaşması'nın 60. yıl dönümüydü. 25 Mart 1957'de Batı Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüx (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) arasında imzalanan bu anlaşma ile "Avrupa Ekonomik Topluluğu" kuruldu. O zamanlar her ne kadar "yalnızca ekonomik" bir topluluk olsa da bugüne kadar yapılan bir sürü ek anlaşmayla bu birlik bence şu anda "ekonomik" olmanın çok çok ötesinde. Artık birçok birlik üyesi, basit nitelikteki iç işlerine bile Brüksel'den müdahale edilmesine son derece tepkili. Halk nezdinde birliğin popülaritesi bazı üye ülkelerde %40'ın bile altında. Fakat konu bu da değil. Bununla ilgili bir makale zaten yapmıştık. Şimdi soru şu: Zaman içinde Avrupa Birliği iyice belirgin bir Hıristiyan kulübüne mi dönüştü?

Keyifli okumalar...

AB KİLİSESİ ÇÖKÜYOR MU?

İSTANBUL - M. Tacettin Kutay 31.03.2017

Avrupa Birliği ortaçağda kilisenin ortaya koyduğu reflekslerin hemen tamamını ortaya koyuyor: Doğruyu ve yanlışı vaz ediyor, herkesi yargılama hakkını kendisinde görüyor ve beğenmediği insanları şeytan ilan ediyor.

Geçtiğimiz hafta Roma antlaşmasının altmışıncı yılı münasebetiyle Roma’da bulunan Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin devlet başkanları Vatikan’da, Aziz Peter bazilikasında Papa ile bir fotoğraf çektirdi. Ajanslar tarafından tüm dünyaya geçilen fotoğrafta AB liderleri Papa'nın etrafına dizilmiş, altarın önünde poz verirken görülmekteydi.



Avrupa Birliği, ‘büyük üstadı’ Papa ile bağını ortaya koyarken Luther’in eleştirdiği kiliseye dönüştüğü gerçeğini de bizlere hatırlattı. Bu durum ünlü bilim filozofu Paul Fayerabend’in “Ortaçağ’da kilise vardı; fikirleri ve insanları yargılar, doğru-yanlış hükümlerini ortaya koyar, beğenmedikleri şeytan ilan edilirdi. Şimdi ise bilim var; fikirleri yargılıyor, doğru-yanlış hükümlerini veriyor. Bir fikir için ‘bilimsel değil’ hükmünü vermek o fikri şeytanlaştırmaya yeter” analojisini anımsatıyor. Avrupa Birliği ortaçağda kilisenin ortaya koyduğu reflekslerin hemen tamamını ortaya koyuyor.

Martin Luther 500 yıl önce Wittenberg kilisesinin kapısına astığı tezlerinde, Papa’nın hiç de hak etmediği yetkilerle insanlar üzerinde tahakküm kurduğunu savunmuş, Hristiyanları bu tahakküm zincirini kırmaya davet etmişti. Kilisenin “büyük bir uyanıklıkla çevresine üç büyük duvar” ördüğünü söyleyen Luther bu duvarları şöyle tanımlıyordu: “Bu duvarların ilki, kiliseye yönelik dünyevi-siyasi bir kudretle hareket edilmesi halinde dünyevi kuvvetlerin Kilise üzerinde bir yetkisi olmadığı, aksine Kilise’nin dünyevi-siyasi güçlerin üzerinde yetki sahibi olduğu tezidir. İkinci duvar, kutsal kitap üzerinden kendisine gelen eleştirilere karşı kilisenin ‘Kutsal kitabı yorumlama yetkisi Papa’ya aittir’ diyerek ördüğü duvardır. Üçüncü duvar ise kendilerine ‘sorunları konuşalım’ denildiği zaman konsil düzenleme yetkisinin Papa’ya ait olduğu yorumuyla inşa edilen duvardır”.

Kilisenin koltuğuna AB, Luther’in koltuğuna ise biz oturduk

Luther’in kiliseye yönelttiği “Büyük bir uyanıklıkla çevresine üç büyük duvar örüyor ve kendisini bu duvarlarla koruyor” eleştirisi, Avrupa Birliği’nin genel tutumuyla çok benzeşiyor. Avrupa Birliği kendisini erişilmez ve yıkılmaz bir kale olarak tasarlarken etrafına iktisadi, hukûki, siyasi duvarlar örmüştü. AB’ye karşı yöneltilen insani eleştirilerin hiç bir kıymeti olamazdı; zira sair kültürlere mensup insanların insani değerleri Avrupalıdan daha iyi bilmesinin imkanı yoktu. Avrupa’nın hedef tahtasına oturtulamamasının yolu, Avrupa’yı tüm değerlerin yegane kaynağı ve en mükemmel tatbik sahası olarak görmekten geçiyordu. Bu tanımanın neticesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi devletin en üst mahkemesinin kararının da üstünde bir karar verme selahiyetine sahip oluyordu. Kutsal kitabı yegâne doğru yorumlama yetkisine sahip kilisenin yerini, insani değerleri yegâne vaz etme yetkisine sahip Avrupa Birliği alıyordu.

Kendisinden olmayanları sınırlarına sokmayan kilisenin tahtına oturan da yine Avrupa Birliği oldu. Kilise açısından kutsal duvarların ardına girmenin yegane şartı ruhban olmaktı. Bir manastırın ‘klasur’ kısmına ruhban olmayan giremezdi. Çünkü Tanrı Musa’ya “Nalinlerini çıkar, çünkü burası kutsal toprak” demişti. Kutsal toprağa hizmet etmek için de olsa kirli ayaklar adım atamazdı. Modern dünyanın bir kurumu olan Avruğa Birliği’nde bu durum elbette hizmet etmeyi kapsamayacak şekilde hayata geçirildi. Kapitalist gelişmenin bir gereği olarak sömürmek ve ‘dûnundaki’ milletlere hizmetini gördürmek, Avrupa Birliği’nin reddedemeyeceği bir gereklilikti. Bununla birlikte Avrupa’ya girmek, ‘hizmetçi’ milletler için vize duvarını aşmakla mümkündü ve bu duvarı aşmak hiç de kolay değildi. Türkiye ile binbir zahmet imzalanan vize serbestisi anlaşmasını yürürlüğe koymamak için nasıl ipe un serdiklerini hatırlamayanımız yoktur.

Kralların kendi üzerinde yetki sahibi olmadığı, ancak tüm krallar üzerinde kendisini yetki sahibi olarak sunan kilisenin yerine oturan ise yine Avrupa Birliği oldu. Alman Şansölyesi’nden tanınmamış Danimarkalı bir milletvekillerine kadar, irili ufaklı yetkilileri Türkiye’ye dilediği zaman gelir, güneydoğuda incelemelerde bulunur, Gezi parkında polisle kavga eder, hatta karakolları teftiş ederdi. Teftiş neticesinde Türkiye her seferinde sınıfta kalır, Avrupa Birliği tarafından bazen kınanır, ekseriyetle de gidişatından endişe duyulurdu. Bununla birlikte Avrupa’nın içine düştüğü aşırı sağ batağa dikkat çekmek Türkiye’nin haddine olmadığı gibi, yönelttiği eleştiriler de sınırı aşmak anlamına gelmekteydi. Canları isterse Türkiye’nin cumhurbaşkanına, bakanlarına, halkına, kültürüne, dinine dilediği gibi hakaret edebilirlerdi. Buna mukabil Avrupalının takındığı faşizan tavır, bir Türk tarafından ‘Nazizm’ olarak adlandırılamazdı.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Muhtemeldir ki, okurların da hatrına ister istemez onlarca misal gelmektedir. Bununla birlikte, yukarıda çizdiğimiz analoji hatrımıza bir diğer önemli hikayeyi getirmekte: Kilisenin hegemonyasının nasıl son bulduğunun hikayesi! Kilisenin o güne kadar yıkılmaz sanılan iktidarı, Martin Luther “Kral çıplak” dedikten sonra çöküş sürecine girmişti. Almanya’dan Roma’ya eğitim almaya giden ve kilisenin bir parçası olmaya çabalayan keşiş Martin Luther, içine girdikçe kilisenin düştüğü batağı daha yakından görmüş ve ona karşı çıkmıştı. Luther’in kilisenin sahip olduğunu iddia ettiği yetkilerden hiç birine aslında sahip olmadığını tezlerinde ortaya koymasıyla Hıristiyan alemi uyuduğu bin yıllık uykudan uyanmıştı. Hegemonyanın yıkılması büyünün bozulmasının neticesinde oldu.

Bir parçası olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’nin kapısındaki bekleyişimizde artık sona geldik. Bu noktada Avrupa’nın yüzüne vurduğumuz hakikat, Avrupa’nın iki yüzlü olduğu hakikati. Avrupa Birliği’ne, bizim üstümüzde sahip olduğunu sandığı yetkilerin hiç birine aslında sahip olmadığını hatırlatıyoruz. Dolayısıyla büyü bozuluyor, hegemonya sona eriyor. Luther’den tam beş yüz sene sonra, Türkiye ‘modern kilise’nin haddini aştığını dünyaya gösteriyor. Üstelik tüm bunlar olurken, kader benzer bir cilveyi daha karşımıza çıkarıyor: Luther kiliseye karşı savaşırken İngiltere Vatikan’dan ayrılmış, Angilkan kilisesini kurmuştu. Benzer bir süreç, Avrupa Birliği’yle Türkiye karşı karşıya geldiğinde, Brexit’in hayata geçmesiyle yaşanıyor. Tarih beş yüz sene sonra tekerrür ediyor; ‘modern kilise’ yıkılıyor ve Türkiye tarihi rolünü oynuyor.


ULUSAL GAZETE MANŞETLERİ


FOR INTERNATIONAL READERS


♥ STAY IN TOUCH ♥



Previous article:
[TR] Ulusal Gazete Manşetleri (8 years ago)

Next article:
[TR&EN] Ulusal Gazete Manşetleri (8 years ago)

ESim
or
Register for free:
Only letters, numbers, underscore and space are allowed (A-Z,a-z,0-9,_,' ')
Show more

By clicking 'Sign Up!', you agree to the Rules and that you have read the Privacy Policy.

About the game:


USA as a world power? In E-Sim it is possible!

In E-Sim we have a huge, living world, which is a mirror copy of the Earth. Well, maybe not completely mirrored, because the balance of power in this virtual world looks a bit different than in real life. In E-Sim, USA does not have to be a world superpower, It can be efficiently managed as a much smaller country that has entrepreneurial citizens that support it's foundation. Everything depends on the players themselves and how they decide to shape the political map of the game.

Work for the good of your country and see it rise to an empire.

Activities in this game are divided into several modules. First is the economy as a citizen in a country of your choice you must work to earn money, which you will get to spend for example, on food or purchase of weapons which are critical for your progress as a fighter. You will work in either private companies which are owned by players or government companies which are owned by the state. After progressing in the game you will finally get the opportunity to set up your own business and hire other players. If it prospers, we can even change it into a joint-stock company and enter the stock market and get even more money in this way.


In E-Sim, international wars are nothing out of the ordinary.

"E-Sim is one of the most unique browser games out there"

Become an influential politician.

The second module is a politics. Just like in real life politics in E-Sim are an extremely powerful tool that can be used for your own purposes. From time to time there are elections in the game in which you will not only vote, but also have the ability to run for the head of the party you're in. You can also apply for congress, where once elected you will be given the right to vote on laws proposed by your fellow congress members or your president and propose laws yourself. Voting on laws is important for your country as it can shape the lives of those around you. You can also try to become the head of a given party, and even take part in presidential elections and decide on the shape of the foreign policy of a given state (for example, who to declare war on). Career in politics is obviously not easy and in order to succeed in it, you have to have a good plan and compete for the votes of voters.


You can go bankrupt or become a rich man while playing the stock market.

The international war.

The last and probably the most important module is military. In E-Sim, countries are constantly fighting each other for control over territories which in return grant them access to more valuable raw materials. For this purpose, they form alliances, they fight international wars, but they also have to deal with, for example, uprisings in conquered countries or civil wars, which may explode on their territory. You can also take part in these clashes, although you are also given the opportunity to lead a life as a pacifist who focuses on other activities in the game (for example, running a successful newspaper or selling products).


At the auction you can sell or buy your dream inventory.

E-Sim is a unique browser game. It's creators ensured realistic representation of the mechanisms present in the real world and gave all power to the players who shape the image of the virtual Earth according to their own. So come and join them and help your country achieve its full potential.


Invest, produce and sell - be an entrepreneur in E-Sim.


Take part in numerous events for the E-Sim community.


| Terms of Service | Privacy policy | Support | Alpha | Luxia | Primera | Secura | Suna | Sora | Magna | Pangea | e-Sim: Countryballs Country Game
PLAY ON