Bu hafta, Anadolu Ajansı'nın internet sitesinde 15 Mart 2017 tarihli bir görüş yazısı dikkatimi çekti. Onu burada paylaşmak, ayrıca sizin de görüşünüzü öğrenmek istedim. Biliyorsunuz Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılmasını sağlayacak olan Brexit referandumu geçtiğimiz yaz %52 ile kabul edilmişti.
Birleşik Krallık artık açıkça AB ile birlikte bir gelecek görmüyor. Referandumun kabulünün üzerinden 9 ay kadar süre geçti. 3 gün önce ise Brexit kanunu resmen yasalaşarak yürürlüğe girdi. Buna göre hükümet Mart bitmeden AB'den çıkış müzakerelerini başlatacak. Çıkışın ise 2 senede tamamlanması öngörülüyor. Oyların dağılımına baktığımızda, başkent Londra ile birlikte İskoçya ve Kuzey İrlanda AB'de kalmaktan, başkent hariç İngiltere'nin geri kalanı ile Galler ise ayrılmaktan yanaydı. Zira AB'den çıkış kesinleştikten sonra İskoçya derhal yeniden bağımsızlık referandumu için çalışmalara başladı. Bakalım Westminster ikinci bağımsızlık referandumu için İskoçya'ya izin verecek mi?
Keyifli okumalar...
Çin’in Avrupa Birliği stratejisinden çıkarılacak dersler
İSTANBUL - Doç. Dr. Ahmet Göncü
"İnsanlığın son 2000 yıllık tarihinde, 1820’lere kadar dünyanın en büyük ekonomik gücü her zaman Çin olmuştur. Batı’nın vazgeçmek istemediği üstünlük, son iki bin yıllık tarih boyunca sadece 200 yıllık bir zaman dilimine aittir."
Hollanda ve Türkiye arasındaki gerilim Çin basınında da yer bulan konulardan biri oldu. Çin devlet medyası haberi özetleyerek ve Türkiye’de yaklaşmakta olan referandum ile ilgili bazı temel bilgileri aktararak verdi. Elbette Çin devlet medyası geleneksel olarak iki ülke arasındaki meselelerde haberleri yorumsuz aktaran ve genelde hiçbir sübjektif yoruma yer vermeyen bir tutuma sahip. Türkiye’de önümüzdeki günlerde Hollanda’ya karşı ne gibi hamlelerin yapılacağı tartışılacak. Burada bahsetmek istediğimiz konu, genel olarak Çin’in AB stratejisi ve AB’ye karşı mücadelesinde nasıl sürekli kazanımlar elde ettiğidir.
Tarihsel "büyüklük"
İnsanlığın son 2000 yıllık döneminde, 1820’lere kadar dünyanın en büyük ekonomik gücü her zaman Çin olmuştur. Çin devlet başkanı Xi’nin konuşmalarını takip edenler bilirler ki Çinli devlet adamları “Biz Avrupa’yı veya Amerika’yı geçeceğiz” gibi şeyler söylemezler. Her zaman atıfta bulundukları söz İngilizcede ‘revival’, yani yeniden yükseliş veya doğuşu ifade eden kelimedir. Bunun arkasında tüm dünyaya verilen bir mesaj vardır: “Biz her zaman dünyanın en büyük ekonomisiydik, sadece son iki yüz yılda Avrupa ve Japon sömürgeciliği nedeniyle buna kısa bir ara verdik”.
Çin, birçok diğer devlet gibi, olayları kısa vadede değerlendirmeyen bir devlet. Tüm stratejiler, son derece sabırlı ve nakış işler gibi yıllara yayılan hamlelerden oluşmakta. Bunu yapabilmelerini sağlayan en önemli şey ise Parti’nin kendi felsefesini ve yönetim stratejisini oturtması ve bunun devamlılığı. Çin devlet yönetiminin birinci önceliği, her zaman kendi halkının refah seviyesini uzun soluklu ve devamlı olarak geliştirmek ve uluslararası arenada kendi milletinin çıkarlarını maksimize etmek olmuştur. Yönetimin birinci meşruiyet kaynağı da düzenli kalkınma ve gelişmedir.
Batı’nın vazgeçmek istemediği üstünlük, son iki bin yıllık tarih boyunca sadece 200 yıllık bir zaman dilimine aittir. Batı birçok bilimsel gelişmenin temellerini Çin’in de dahil olduğu Doğu’dan almış ve sanayiye uyarlayarak geliştirmiştir. 1800 yıllık üstünlüğüne verilen iki yüz yıllık bir aradan sonra, 2014 IMF satın alma paritesi verilerine göre, dünyanın en çok üretim yapan ekonomisi unvanını Çin geri almıştır. Avrupa ülkeleri ise 19. yüzyılda sömürgecilik sayesinde diğer ülkelerden getirilen doğal kaynaklar ve kölelerle zenginleşmiş ve kendi düzenlerini 200 yıl boyunca dünyaya kabul ettirmiştir.
Avrupa ve Amerika’nın geliştirdikleri bu iki yüzyıllık üstünlük, insanlık tarihinde son derece kısa ve geçici bir üstünlük dönemidir. Batı medeniyeti, bilimsel gelişmeleri endüstriye uyarlayarak üretimde sıçrama yaptı ve diğer ülkelere son iki yüz yıllık dönemde üstünlük kurdu. Ancak felsefi olarak insanları kapsayıcı ve birleştirici hiçbir şey sunamadı. Sadece bireysellik kültürüyle bir yere varması, insanları manevi olarak tatmin etmesi mümkün olmadı. Bunun eksikliğiyle Batılı halklar ekonomik kriz ya da gerileme dönemlerinde, travmaları atlatacak manevi araçlara sahip olmadıklarından, şimdilerde olduğu gibi faşist ya da aşırılıkçı akımlara yönelmektedirler. Sonuç itibarıyla Avrupa yeni hasta adam olurken, ekonomi ve üretim açısından rekabet etme ihtimali dahi olmayan Çin’in başı çektiği Doğu’ya karşı, gittikçe güç kaybetmeye devam edecek.
Bu durumu Türkiye bir fırsata çevirebilir. Kaybedenle beraber batmamak için, İngiltere gibi Türkiye de kendine has bir strateji geliştirmelidir. Bunun yolları mevcuttur. Ancak bunun için net bir strateji, önyargılardan arınma ve bu stratejiyi derinden ve sessizce yıllara yayarak sabırla uygulamak gerekmektedir. Gümrük birliği ve AB üyelik süreci gibi son derece stratejik olması gereken kararlar, bilimsel olarak tartışılmalıdır. Maalesef zamanında bu kararların hiçbiri stratejik ve bilimsel tartışmalar sonucu alınmamıştır.
Çin-Avrupa ilişkileri
Çinliler Avrupa’nın ve Amerika’nın tarih sahnesindeki kısa vadeli üstünlüklerini geçici olarak görürler. Çinliler kendi medeniyetlerini her zaman dünyanın merkezi saymışlardır. Bu nedenle kendi ülkelerini Çincede ‘Zhongguo’ yani ‘merkez ülke/krallık’ olarak adlandırırlar. Gerçekten de Avrupa’nın ve Amerika’nın genişleme dönemi bitmiştir; onların duraklama dönemine girmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki yirmi-otuz yılda, Doğu’nun düzenli şekilde yükselişinin devam ettiğini göreceğiz. Ekonomik trendler geri çevrilemeyecek bir düzeye geldi.
Çin, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde en temel savaş prensibini, yani “Düşmanın güçlerini birleştirmesine izin verme, böl parçala ve yönet” taktiğini uygulayan bir devlettir. Örneğin tüm Avrupa Birliği içinde Çin, Doğu Avrupa ülkelerine özel önem verir. Bu ülkeler hem ekonomik olarak hem de sosyal olarak Batı Avrupa’dan farklıdır. Bu ülkelere yaptığı yatırımlarla ve sağladığı finansmanla, bu küçük ölçekli ülkeleri etki altına alması daha kolaydır. Yine benzer şekilde, Almanya’yı veya İngiltere’yi kendi yanına çekip, birçok AB-Çin meselesinde, karşıt taraflar arasında ‘havuç/sopa’ dengesiyle ayrılık çıkartmaktadır. Örneğin, AB birçok üründe Çin’e ek gümrük vergileri uygulanmasını tartıştığında, Alman firmalarının Çin’de büyük ölçekli üretimleri ve ihracatı olduğundan, Almanya genelde sert söylemleri veya sert hamleleri yumuşatır. Yine benzer şekilde, Doğu Avrupa ülkelerinin Çin yatırımı çekenleri, Çin’e karşı kararlara destek vermekten kaçınırlar.
Çin’in temel prensibi son derece mantıklıdır: Herhangi bir meselede tüm Avrupa’yı kendine karşı birleştirmek yerine, kendiyle iyi ikili ilişkileri olanları ekonomik olarak ödüllendirir, kendine karşı çıkanları ise ekonomik çıkarlarından ve dev iç piyasasından mahrum bırakır. Türkiye olarak bizim de yapmamız gereken, Avrupa’ya toptancı bir şekilde yaklaşmak ve hatta Gümrük Birliği gibi toptan tavizler vermek yerine, her şeyi ikili düzeye indirgemek, her ülkenin tavrına ve karşılıklı menfaatlerimize göre ele almaktır.
Avrupa Birliği sürecinin ekonomik bir önemi de değeri de yoktur. Dünyanın en fazla doğrudan yatırım çeken ülkelerinin hiçbiri, benzer bir süreç nedeniyle yatırım çekmemiştir. Yatırım için gerekli olan şeyler çok daha farklıdır. Ucuz maliyet, insan kaynağı ve iç pazar hacmi çok daha önemli kriterlerdir. Örneğin Vietnam, Hindistan veya Çin gibi ülkeler, GSYH’lerine oranla yüksek düzeylerde doğrudan yatırım çekmektedir. Hatta ABD ile ilişkilerinin en kötü olduğu şu günlerde bile, Çin’e ABD’den gelen doğrudan yatırım artmaktadır.
In E-Sim we have a huge, living world, which is a mirror copy of the Earth.
Well, maybe not completely mirrored, because the balance of power in this virtual world looks a bit
different than in real life. In E-Sim, USA does not have to be a world superpower, It can be
efficiently
managed as a much smaller country that has entrepreneurial citizens that support it's foundation.
Everything depends on the players themselves and how they decide to shape the political map of the
game.
Work for the good of your country and
see it rise to an empire.
Activities in this game are divided into several modules.
First is the economy as a citizen in a country of your choice you must work to earn money, which you
will get to spend for example, on food or purchase of weapons which are critical for your progress
as a fighter.
You will work in either private companies which are owned by players or government companies which
are owned by the state.
After progressing in the game you will finally get the opportunity to set up your
own business and hire other players. If it prospers, we can even change it into a joint-stock
company and enter the stock market and get even more money in this way.
In E-Sim, international wars are nothing out of the ordinary.
"E-Sim is one of the most unique browser games out there"
Become an influential politician.
The second module is a politics. Just like in real life politics
in E-Sim are an extremely powerful tool that can be used for your own purposes.
From time to time there are elections in the game in which you will not only vote, but also have the ability
to run for the head of the party you're in.
You can also apply for congress, where once elected you will be given the right to vote on laws
proposed by your fellow congress members or your president and propose laws yourself.
Voting on laws is important for your country as it can shape the lives of those around you.
You can also try to become the head of a given party, and even take part in presidential
elections and decide on the shape of the foreign policy of a given state
(for example, who to declare war on).
Career in politics is obviously not easy and in order to succeed in it, you have to have
a good plan and compete for the votes of voters.
You can go bankrupt or become a rich man while playing the stock market.
The international war.
The last and probably the most important module is military.
In E-Sim, countries are constantly fighting each other for control
over territories which in return grant them access to more valuable raw materials.
For this purpose, they form alliances, they fight international wars, but they also have
to deal with, for example, uprisings in conquered countries or civil wars, which may explode on
their territory.
You can also take part in these clashes, although you are also given the opportunity to lead a life
as a pacifist
who focuses on other activities in the game (for example, running a successful newspaper or selling
products).
At the auction you can sell or buy your dream inventory.
E-Sim is a unique browser game.
It's creators ensured realistic representation of the mechanisms present
in the real world and gave all power to the players who shape the image of the virtual Earth
according to their own.
So come and join them and help your country achieve its full potential.
Invest, produce and sell - be an entrepreneur in E-Sim.
Take part in numerous events for the E-Sim community.